İmkansız bir eylem olarak okumak ya da ‘Haritayı Yanlış Okumak’: Şiir nasıl okunmalı?
Murad Karabulut
Bir şiirin nasıl okunması gerektiğine dair sayısız yol ve anlam düzeyi vardır. Şair, yazarak kendi zamanına tanıklık ederken, okur da o zamanı anlamlandırma ve günlük yaşamı deneyimleme biçimlerini okuyarak onu zenginleştirir. Tam da bu zenginlik ve farklılıktan dolayı şiirlerin nasıl okunması gerektiği konusunda pek çok yanıt alınabilmektedir. Harold Bloom, ‘Yanlış Okuma Haritası’yla hem şiirin nasıl okunması gerektiğine yanıt arıyor hem de şiirin pratik eleştirisine odaklanıyor.
Bloom’a göre okumak gecikmiş ve neredeyse imkansız bir eylemdir. Okuma eylemi bireyler için her zaman bir karar verme eylemidir. Kararlaştırılan konu, belirsizliğe yönelen anlam üzerinedir. Yazara göre anlam, yalnızca metnin doğasında mevcut değildir ve metin ile okuyucu arasında bir düzlemde oluşmaz. Önceki metinler de dahil olmak üzere metinlerarası ilişkilerin bir sonucu olarak var olur. Dolayısıyla her okuyucu için anlam, önceki metinlerden ya da metinlerin yazarı olan şairlerden etkilenen eleştirel bir eylem, yani yanlış okuma ya da hatadır. Dolayısıyla okumanın kendisi yanlış yazmaktır, yanlış yazmak ise okumaktır. Ancak yeniden görmek için çabalayan revizyonistler “daha doğru bir hedefe” yöneliyor. Yazarın çizdiği, ilk bakışta dar gibi görünen bu çerçeve içinde gerçek şairler nasıl var olacak ve şiir kendi varlığını nasıl ortaya koyacaktır?
Yazar, şiirin kendini yarattığı yerin şiirsel etkinin bir sonucu olduğunu söylüyor. Her şair ve şiir, önüne açılan alandan etkilenerek var olur, o alandan kaçmaya çalışır ve günü geldiğinde kendisini yaratan alana geri döner. Dolayısıyla her şair aynı zamanda bir başka şairin selefidir. Ancak bu konuda selefler için şairler kendi seleflerini seçemezler. Babasını seçemeyen çocuklar gibi, “güçlü şairler” de kendi “güçlü şairlerine” yönelirler ve tam tersi eserler de aynı şekilde ortaya çıkar. Dilekleri gerçekleşen en güçlü şairlerde bile etkilenerek zengin olma kaygısı her zaman devam eder. Şairler hayaletlerle mücadele ederek seleflerinin yükünden ve yükünden kurtulmaya çalışırlar. Hiçbir insanın karşılaşamayacağı çetin bir maceranın içine sürüklenirler: Şiir yazmak. Şiirleri ne başka konularla ne de kendisiyle ilgilidir. Yazara göre her şairin şiiri doğası gereği diğer şiirlerle ilgilidir. Nasıl ki insan anne ve babasına cevap ise, şiir de başka bir şaire cevap olarak yazılır. Ancak öncekilerin yapması gereken doğrudan taklit değildir. Şiirlerinin anlam kazanması için babalarını yanlış yorumlayıp yeniden yazmaları gerekir. Babaları şairler arasında yaşayan ölü bir şairdir. Şiir yazabilmek için genç şairin ölümlülüğü reddetmesi ve ölülerle konuşması gerekir. Şairler babalarından, içindeki ötekinin sesinden, şeytandan uzaklaştıkça şiirleri oluşmaya başlar. Ancak bu mesafenin kendilerinden önce birikenlerin belirlediği bir alan içerisinde, yani gelenek içerisinde tanımlanması gerekir. Çünkü eğer anne babanızı şiddetle reddederseniz, onların gecikmiş bir türevi haline gelirsiniz, şairler kendilerini özgürleştirmek için onların hakikatini kucaklamak zorundadırlar. Bu gerçek bir zulüm ve eksiklik olarak kendini kabul ettirebilir ama yazara göre gelenek olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Bloom taklit olmadan yazamayacağınızı, öğretemeyeceğinizi, düşünemeyeceğinizi, okuyamayacağınızı söylüyor. Şairin taklit ettiği şey, bir başkasının yaptığıdır, yani yazısıdır, öğretisidir, niyetidir, okumasıdır. Şairin kendisinden önceki şairle bağı gelenektir ve gelenek bir nesli aşan ve genel olarak taşan bir etki biçimidir.
Bloom’a göre bilinen her şiir, şiirler arasındaki bir rekabetle başlar. Şiirde temas, başka bir şiirle temas anlamına gelir. Yazarın etki olarak adlandırdığı şey, şiirlerin birbirleriyle kurduğu çeşitli bağlantıları kapsar ve son derece bilinçli bir metafor olarak yapılmıştır. Bloom, dilde bir şeyler üretebilmek için metafor kullanılması gerektiğini, dilin metaforik kullanımının ise yeni bir şey söylemek ya da anlamlandırmak anlamına geldiğini vurguluyor. Bu anlamda süreç olarak şiirsel gelişimdeki uyum ve benzeşmeler de metinler arasında yapılan gizli bir sözleşmeye dayanmaktadır. Yazara göre güçlü bir şair olabilmek için okurun ya da şairin işe yanlış okumaya karşılık gelen bir metafor ya da savunmayla başlaması gerekir. Ancak tüm bu çabalara ve geleneklere rağmen yazar, okumanın neredeyse imkansız olduğunu ve her okuyucunun şiirle ilişkisinde bir gecikme yaşandığını söylüyor.
Harold Bloom, ‘Yanlış Okuma Haritası’nda Milton, Wordsworth, Shelley, Keats, Tennyson, Whitman, Dickinson, Stevens, Warren, Ammons ve Ashbery gibi birçok şairin pasajlarından örnekler veriyor. Ayrıca Robert Browning’in ‘Çocuk Roland Karanlık Kule’ye Nasıl Girdi’ şiirini okuyor ve haritanın nasıl kullanılacağını örnekliyor. Şiirin nasıl okunması gerektiğine dair metodolojik bir öneri sunan kitap, aynı zamanda şairler ile selefleri arasındaki edebi mirasa da katkı sağlıyor.